Mevlana’nın Yanında,
Harika bir Konaklama Deneyimi İçin:

Kategoriler: Genel

Ali Yıldırım

Share

Ateşbâz-ı Veli Hazretleri Mevlânâ Dergâhının aşçısıydı. Bu büyük veli, Hazreti Mevlana Hüdavendigar’ın yanında itibar görmüş; yaşça ondan oldukça büyük olmasına rağmen talebesi olmaktan onur duymuştur.

Asıl ismi Şemseddin Yusuf’tur. Konya’ya Hazreti Mevlânâ’nın babası alimler sultanı Bahâuddin Veled ailesi ile birlikte Horasan Belh’ten gelmiştir.

Ateşbâz İsminin Verilişi

Farsça olan bâz eki oynayan anlamına geliyor. İsminin veriliş hikâyesini, torunu ve şimdi türbedârı olan saygıdeğer Hüseyin Bekleyiciler Beyefendiden dinleyelim:

“Ateşbâz Veli dedemden biraz bahsedeyim. Horasan Belh’ten Hazreti Mevlana’nın babası ile Karaman’a geldiklerinde Mevlana Hazretleri 11 veya 12 yaşında idi. Mevlana Hazretlerinin yetişmesine çok emeği olmuştur. Konya’ya gelindiğinde hem dervişlerin hocası, hem de aşçısı olmuştur.

Aşçı diyince aklımıza yemekler geliyor, aslında Mevlevilikte mutfak çok değerlidir ve derin anlamlar taşır. Dergâhtaki adı “Matbâh-ı Şerif”tir. Orada sadece bizim bildiğimiz manada yemek pişmiyor. Orada gönüller pişiyor, orada canlar pişiyor; edep, ahlak mutfakta veriliyor. Yani orası bir eğitim alanı. Mevlana Hazretleri de diyor ya hamdık, piştik, yandık. Ham iken o dergâha gelir, orada pişer, olgunlaşır. Mutfak böyle değerli bir yerdir.

Bir gün dergâha kalabalık misafir gelir. Hemen Şemseddin Yusuf dedemiz mutfağa girer misafirlere aş hazırlamak için. Yemekleri hazırlar, kazanların altını yakar ve somata geçer. Somat sofradır. Sofra düzenini hazırlar, tekrar kazanların başına gelir. Bakar ki kazanların altındaki ateş sönmek üzere. Elinde yakacak başka odun yok. Misafir bekliyor, yemek hazır değil.

Bunu Pîr’e iletir (Mevlânâ Hazretlerine). Tabi iletirken de odun bitti kalmadı demez. Neden; edepten demez. Çünkü yok, bitti demek edeptendir söylenmez. Yok dememek gerekir, şükrü yok etmemek gerekir, yaratana şikayette bulunmamak gerekir.

Tabi Mevlana Hazretlerinin huzuruna çıkar, yemekte gecikme olabileceğini ifade eder. Bu söz üzerine onun ne demek istediğini en iyi anlayan kişi Mevlânâ Hazretleridir. Pir de kendisine bir latife yapar, der ki “Yahu Yusuf, odun yetişmezse ayağın yok mudur?”. O her ne kadar latife etse de, Pir’in sözü emirdir. O dedemiz de sözü emir bilir, gider ayağını ateşe sokar, ilahi aşkla.

Ayağını ateşe sokması ile parmak aralarından öyle kuvvetli ateşler çıkar ki o ateşler dergâhın bacasından dışarı çıkar. Ve kazanlar dolusu yemekler pişer. Bir süre sonra yemeklerin hazır olduğuna emindir. Ayağını ateşten çekeceği anda acı hissetmediğini fark eder. Bir an boş bulunur; yemekler pişti ama, ayağıma da bir şey olmadı. Bir anlık şeytan vesvesesi. Bir anlığına ayağı aklına gelmiştir, kalp bir anlığına döndü ve ayağını ateşten çekti. Bakar ki sol parmağının ucunda mercimek büyüklüğünde bir kararma var. Çok üzülür buna.

Yemekler misafire servis edildikten sonra Mevlânâ Hazretlerinin huzuruna çıkar. O bölgeyi böyle sağ ayağıyla (Hüseyin ağabey vücudu ile gösteriyor-yazar notu) gizleyerek şu şekilde selam verir. Semazenler semaya başlarken bu şekilde selamlaşarak Ateşbâz-ı Veli’yi temsil ederler. Buradaki amaç şudur: Semaya başlayacak derviş ayak parmağına bakarak geçmişten ders alır, kalbini vesveseden arındırarak mühürler. Bu selamlaşma Mevlevilikte çok önemlidir. Baş kesme (selam) kalbi mühürleme anlamındadır.

Tabi Hazreti Pir de dedemizi bu şekilde karşısında görünce “Hây Ateşbâz’ım hây. Bugünkü yemekler odun ateşi ile pişmemiş. Aşk ateşi ile pişmiş.” der. O günden sonra Ateşbâz olarak bilinir. Ateşbâz, kendisine verilen bir makamın adıdır. Mevlevilikte en üst makam.”

1400’lü yıllardan bu yana dedelerinin türbedarlığını yapan bu kıymetli ailenin bugünlerdeki görevlisi sayın Hüseyin Bekleyiciler abimize hayırlı ve uzun bir ömür diliyoruz.

Ateşbâz-ı Veli Türbesi

Ateşbâz-ı Veli Hazretlerinin türbesi, dünyada bir aşçı için inşa edilmiş bilinen en eski türbedir. Türbe sekizgen gövdelidir, piramit şeklinde külah ile örtülüdür. Sandukayı pencereden görebilirsiniz.

Güneydeki niyaz penceresi üzerinde bulunan mermer kitabede şunlar yazılıdır: “Hâze’l kabru es-saîd eş-şehîd el merhûm şemsü’l mille ve’d-dîn Yusuf bin İzzü’d-dîn Ateşbâz ilâ rahmetillâhi te’âlâ fî mutesifu şehr-i receb sene erbaa ve semânîne ve sitte mie gaferallâh.” (Bu kabir 684 yılı recep ayı ortalarında ölen, millet ve dinin güneşi, said, şehid, merhum Ateşbâz İzzüddin oğlu Yusuf’undur. Yüce Allah affetsin. Allah affedicidir.)

Tekke kapısı üzerinde bulunan tamir kitabesinde ise şunlar yazılıdır:

Bir nihâl-i şecer-i Hazreti Mevlânâ kim
Postnişîn-i dergeh-i ceddi o Vâhid Çelebi
Arz-ı hizmet eyleyüp Hazreti Ateşbâza
İtdi nezdinde binâ tekye rızâdır talebi
Çâker-i kemteri Sıdkî iderek arz-ı niyâz
Didi tarihini (BU GÜLŞEN-İ FEYZ-İ EDEBİ) (1315)

(Hz. Mevlânâ ağacının [yolunun] yeni fidanı Vâhid Çelebi, atasının dergâhının postnişînidir. Cenab’ı Hakk’ın rızasını talep ederek Hazreti Ateşbâz’a hizmet arz eylemek maksadıyla [türbenin] yanında bir tekke yaptırdı. Aciz bendesi Sıdkî, niyazını arz ederek tarihini söyledi: [Burası edebin çoğaldığı, coştuğu gül bahçesidir])

Şu anda küçük bir alan üzerinde bulunan türbenin çevresinde, Hazreti Ateşbâz’ın adına kurulan oldukça büyük bir vakfiye varmış. 1400’lü yıllardan bu yana adım adım büyüyen bir külliye teşkil edilmiş. Aşevleri, ibadethaneler, misafirhaneler, hamamlar… Öyle ki 800 dervişin yatılı kaldığı ve yetiştirildiği dergahlar varmış. Tekke ve zaviyelerin kapatılması sonrasında yıkılmış. Hazreti Ateşbâz’ın türbesi ise Bekleyiciler ailesinin gayretleri ile bugüne kadar korunmuş.

Mevlânâ Hüdavendigâr Hazretlerinin, Ateşbâz-ı Veli için ettiği dua ile bitirelim:

“Senin tuzundan alan huzur bulsun. Ziyaret edenlerin derdi şifa bulsun. Aşları artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin.”

Türbe ziyaretinizde Ateşbâz Hazretlerinin ve torunlarının dua sonrasında çoğalttığı tuzdan edinebilirsiniz.